Ticaret tarihi boyunca, insanların,   bulundukları   ülkelerdeki “iç”   		ticaretle yetinmedikleri,  zamanla “dış”   ticarete yöneldikleri ve   		giderek ticari ilişkilere girilen ülkelerde   örgütlenildiği, bu suretle   		ticaretten daha fazla pay kapma   yarışının yüzyıllar boyunca sürdüğü   		görülmektedir. Çok kısa olarak ifade etmeye   çalıştığımız durum, esas   		itibariyle antik dönemde Finikelilerin, daha sonraki   dönemlerde   		Çinlilerin ve bilahare Venedik ve Cenovalıların,   20.yüzyılın başlarında   		da İtalyanların uyguladıkları ve son   derece başarılı oldukları bir   		modelin özetidir.  
               
Bahsedilen ülkelerin insanları diğer ülkelere,   başlangıçta ticaret   		yapmak amacıyla bilinçli olarak gitmişler, bu   amaçlarını gerçekleştirme   		yönünde gayret göstermişler ve neticede kendilerini   ispatlayarak çağlar   		boyunca dünya ticaretinde etkilerini   hissettirmişlerdir. 
Ülkemiz insanının, ticari anlamda “yurt   dışına açılma” ve “girişimcilik”   		boyutundaki tarihsel sürecine   baktığımızda ise, özel olarak bu amaçla   		yurt dışına gidilmediği net olarak   görülecektir.  
20. yüzyılın ikinci yarısında, 2.   Dünya Savaşının ardından yaralarını   		son derece süratle saran Avrupa, savaştan sadece 15   yıl geçtikten sonra,   		başta Almanya olmak üzere yabancı işgücüne   ihtiyaç duymuş, hızla gelişen   		ekonomiler ve yeni sanayi hamleleri yabancı   işgücüne olan ihtiyacı 60’lı   		yıllar boyunca hep gündemde tutmuştur. Bu   çerçevede ülkemizden   		Avrupa’ya, tarihçesi artık herkesçe bilinen önemli   bir işgücü akışı   		olmuş, bu insanlarımız ilk 10 yıl   boyunca Avrupa’nın imarına ve   		sanayileşmesine inkar edilemeyecek katkılarda   bulunmuşlardır. Bu   		insanlarımız ve Onların çocukları,   ilerleyen yıllarda, perakendecilikten   		başlayarak, ithalatçı, toptancı, üretici,   ihracatçı, yatırımcı, işveren;   		kısacası işadamı   olacaklardır .
“Yurtdışındaki   işadamlarımız” denildiğinde akla ilk gelenler   şüphesiz ki   		bu “öncüler”dir. Ancak, konuya çok boyutlu   baktığımızda, yurtdışındaki   		Türk işadamları olgusunu “60’lar, 70’ler, 80’ler   ve 90’lar” olarak dört   		dönemde incelemek sistematik açıdan rasyonel bir   yaklaşım olacaktır.   		Tarihsel bir raslantı olarak,   anlatacaklarımızın hemen hemen hepsinin   		başlangıcı, bu on yıllık   dönemlerin ilk yıllarına denk gelmektedir. 
Yukarıda bahsini ettiğimiz dönemleri   aşağıdaki başlıklarla ifade etmekte   		fayda görmekteyiz: 
1960’lar: “Öncüler ve İlk Girişimciler”
1970’ler: “Öncülerin Gelişmesi ve Türkiye’den   Yurtdışına Açılma:   		Müteahhitlik.”
1980’ler: “Öncülerin İşveren Olması ve   Türkiye’deki İhracatçıların   		Yurtdışında Büro Açmaları”
1990’lar: “Öncülerin Yatırımcı   Olmaları ve Türkiye’den Yurtdışına   		Topyekun Açılma” 
1960’lar: 
“Öncüler ve İlk Girişimciler” 
Bu dönem, yurtdışına işgücü olarak   giden insanlarımızın, kısa sürede   		ortaya çıkan gıda ihtiyaçlarının   giderilmesi için, önceleri tek tük,   		birkaç sene içinde ise yoğun olarak açılan   perakende gıda (yaş   		meyve-sebze; kuru gıda; et; mandıra ürünleri   unlu mamuller v.b. gibi)   		dükkanlarıyla başlar. Zira,   insanlarımızın damak tadı gittikleri   		ülkelerde buldukları gıda maddeleri ile   uyuşmamaktadır. Bu sıkıntının   		hemen giderilmesi gerekir. İşte ilk   girişimcilerimiz perakende gıdada ve   		gastronomide bu şekilde kendilerini göstermeye   başlarlar. 60’lı yıllar   		genellikle perakende gıda ve gastronomide   yaygınlaşmayla geçilir. “Uçak   		bileti satışı” ve kısmen de “banka   kredilerine aracılık” yavaş yavaş ilk   		girişimci örneklerini gördüğümüz   işkollarıdır. Bu yıllarda ilk tohumları   		atan yurtdışındaki girişimcilerimiz,   20 yıl gibi çok kısa sürede ve çok   		geniş bir sektörel yelpazede, yüz milyar   dolarları bulacak bir ciroya   		giden yoldaki öncülerdir.  
         
 1970’ler: 
               “Öncülerin Yükselişi ve Türkiye’den   Yurtdışına İlk Açılım:   Müteahhitlik” 
  
               Perakende ticaretteki yayılma sürmektedir.   “Perakendecilikten   		ithalatçılık ve toptancılığa”,   “toptancılıktan üretime”, “uçak bileti   		kesmekten seyahat şirketi kurmaya” giden bir yolda   yurtdışındaki Türk   		girişimciler emin adımlarla ilerlemektedirler.   Bu gelişim süreci içinde   		yeni fikirler ve projeler de gündeme gelmektedir. Tekstil   ve hazır giyim   		ticareti bunlardan biridir. Önce “T-shirt” olarak 70’lerin   ikinci   		yarısında başlayan “tekstil serüveni” 80’li   yıllarda inanılmaz boyutlara   		çıkacaktır. Bu arada,   yurtdışındaki vatandaşlarımızın   tasarruflarının   		Türkiye’ye havalesini kolaylaştırmak için   bankalar, vatandaşlarımızın   		yoğun olduğu bölgelerde bürolar açmaktadır.    
  
               60’ların ilk yıllarında   yurtdışına “işgücü” olarak giden ve kısa sürede   		“girişimci” kişiliklerini ön plana geçiren   yurtdışındaki işadamlarımızın   		gösterdikleri hareketliliği, yurtiçindeki   işadamlarımız henüz   		gösterememektedirler. Zira, ithal ikameci politikalar,   özellikle mal   		ticareti yapan firmalarımızın   dışa açılmalarının önündeki en büyük   		engeldir. “İhracat bilinci” henüz tam anlamıyla   olgunlaşmamıştır.   		Uygulanan politikalar ve özellikle dış   piyasaların rekabetine kapalı   		ortam, özellikle üretim yapan büyük firmalar için iç   piyasayı çok cazip   		hale getirmekte, ihracat, yani dışa açılma   fazla ilgi çekmemektedir. 
  
               Ancak buna rağmen, müteahhitlik sektörümüzde önemli   bir hareketlilik   		izlenmektedir. Bu sektörde dışa açılma   süreci, 70’lerin ilk yarısında   		başlar. Müteahhitlerimizin hizmetlerini ihraç   ettikleri ilk ülke Libya   		olur. Türk müteahhitleri Libya projelerine gerekli   teknolojiyi Avrupa   		ülkelerinden ithal ederek başlarlar. Büyümekte olan   Türk müteahhitlik   		hizmetleri daha sonra Irak, Ürdün, Suudi Arabistan,   Kuveyt, Birleşik   		Arap Emirlikleri, Yemen ve İran gibi Ortadoğu   ülkelerinden başlayarak   		diğer uluslararası piyasalara girer. Özellikle   70li yıllarda   		yurtdışındaki işlerin % 90’dan   fazlası Arap ülkelerinde   		gerçekleştirilmiştir. 
  
               Bu şekilde, 60’ların başında   yurtdışına çalışmak için giden, sonra   		işadamı olan “öncülere”, tabir yerindeyse, yeni   bir “dalga” eklenir:   		Müteahhitlerimiz. Dışa kapalı bir Türkiye   için müteahhitlerimizin   		kazandıkları başarı 70’li   yılların ölçüleriyle muazzamdır.  
               
  1980’ler:
    “Öncülerin İşveren Olması ve Türkiye’deki   İhracatçıların Yurtdışında   		Açılmaları”
  
  Türkiye’de yeni bir dönem başlamaktadır. 24   Ocak 1980 kararları,   		ülkenin “rekabet, ihracata dayalı kalkınma,   liberal ekonomi” gibi   		kavramlarla tanışmasını sağlar.   “Dışa açılma” gerçek anlamda   		başlamaktadır. İhracat, baş aktör   konumundadır. Dış Ticaret Sermaye   		Şirketleri (DTSŞ’ler) dışa   açılmada önemli bir modeldir. “Öncüler” ve   		“Müteahhitler”den sonra üçüncü dalga gelmektedir.   Başta DTSŞ’ler olmak   		üzere, büyük ölçekli firmalar yurt dışında   örgütlenmektedirler. Önemli   		alıcı piyasalarda irtibat büroları   açmaktadırlar. En önemli merkez   		Almanya’dır. Bu bürolarda, lisan bilgisi iyi olan ve   dışa açılım   		politikasını anlamış gençler   görevlendirilmektedir. DTSŞ’ler bir okul   		gibi dışticaret elemanı   yetiştirmektedir. 90’lı yıllarda “büyük   		ihracatçı” olacak gençler giderek ciddi boyutlarda   deneyim   		kazanmaktadırlar. 
  
               60’lı yıllarda yurtdışına giden   insanlarımızın girişimcilik boyutu,   		artık yetişkin hale gelen, iyi eğitimli   “İkinci Nesil”in de devreye   		girmesiyle derinlik kazanmaktadır. 24 Ocak 1980   kararlarına da   		paralellik gösteren bir biçimde, “ithalatçı”   “ithalatçı-toplantı”   		“ithalatçı-perakendeci” kategorilerinde   sınıflandırılabilecek yeni bir   		Türk girişimci katmanı çok belirgin bir   şekilde kendini göstermeye   		başlamıştır. Bunun da ötesinde çok   çeşitli alanlarda üretim   		faaliyetlerine de başlayan “öncüler”,   yabancıları istihdam etmekle haklı   		bir övünç içindedirler. Yurt dışındaki Türk   varlığının ticari girişim ve   		örgütlenmesini yatırıma ve üretime   taşıması, bizce tesadüflerle değil,   		Avrupa’daki insanlarımızın bilinçlenmesiyle   izah edilmelidir. Bu dönem   		aynı zamanda ülkemiz ihracatının tarım   ürünlerine bağımlı yapısının   		değiştiği, ihracat kompozisyonumuzun   çeşitlendiği, zenginleştiği, sanayi   		ürünleri ağırlıklı hale geldiği   bir dönemi de kapsamaktadır.   		Türkiye’deki “liberal ekonomi” dönemi Onların da   önünü açmış, ufuklarını   		genişletmiştir. Yavaş yavaş   “Türkiye’ye de yatırım” gündeme gelmektedir. 
  
               Özellikle 80’lerin ikinci yarısında   yurtdışındaki işadamlarımızın   		dernekler kurarak örgütlenmeye başlamalarına   şahit olunur. Dernek kurma   		olgusu bir miktar abartılırsa da, zaman içinde   bir doğal ayıklanma da   		olacak, alt yapısı sağlam olan dernekler   faaliyetlerine devam   		edeceklerdir.   
  
               Müteahhitlerimiz faaliyet alanlarını cesaretle   genişletmektedirler.   		Diğer ülkeler açısından, dünya inşaat   piyasalarında önemli bir rekabet   		unsuru oluşturmaktadırlar. 
  
               Turizmde de alınan mesafe tüm kesimler   tarafından hayranlıkla   		izlenmektedir. Avrupa’nın dev turizm   şirketlerine rakip Türk firmaları   		piyasada sağlam yer edinmeye başlarlar. Uçak   bileti satışı ve seyahat   		bürolarından, turizm operatörlüğüne geçişte   çok başarılı olunur.  
  
               Yurtdışında ilk aşamada döviz havalesi   için büro açan bankalarımız   		şubeler açmaya başlarlar. Bankacılık   ve finans sektöründeki genişleme   		kısa sürede yurtdışında banka açmaya   kadar gidecektir.  
  
    1990’lar: 
    “Öncülerin Global Yatırımcı Olmaları   ve Türkiye’den Yurtdışına Topyekun   		Açılma” 
  
               80’lerin sonu ve 90’ların başında,   “Demirperde”nin yıkılmasıyla   		Avrupa’nın siyasi haritası büyük   değişikliğe değişir. Doğu ve Batı   		Almanya birleşir. Sovyetler Birliği ve Doğu   Avrupa Bloğu tarih olur. Bu   		yapıdan çıkan onlarca ülke hızla serbest   piyasa düzenine geçer ve dışa   		açılırlar. Bu ülkelere büyük sermaye   akını olur. Türk girişimciler   		dünyanın dört bir yanından ve Türkiye’den bu   ülkelere yatırıma giderler.   		Başarılı olurlar. Bazı ülkelerde   Türkler tarafından kurulan firmaların   		sayıları kısa sürede binlerle ifade   edilmeye başlanır. Bu “yeni”   		piyasalara Türk girişimciler geniş bir sektörel   yelpazede girerler. 
  
               Artık “yurtdışındaki   işadamlarımız”dan bahsederken, 60’lardaki öncüler   		ve 80’lerde ve 90’larda yurtdışına   Türkiye’den doğrudan “ticaret yapmak”   		amacıyla giden girişimcilerimizim tümü   kasdedilmeye başlanır. 
  
               Bu arada iş adamlarımızın   dernekleşme gayretleri de olanca hızıyla   		sürmektedir. 90’lı yılların ilk   yarısında, iştigal konusu ayrımı   		yapılmaksızın tüm ürün gruplarını   kapsayacak şekildeki genel mahiyette   		dernekleşme, zamanla ihtisas dernekleri   (örneğin; tekstil, gıda, turizm   		gibi) örgütlenme modeline yönelir.  
  
               60’lardan itibaren girişimciliklerini   kararlılıkla sürdüren “öncüler”   		artık dünyanın her yerindedirler. Türkiye’de de   yatırıma başlarlar.   		Özellikle tekstil ve turizm, yurtdışındaki   işadamlarımızın Türkiye’deki   		yatırım planlarının ilk   sırasında yer alırlar. 
  
               1980’lerin başından başlayarak eski   Sovyetler Birliği ülkelerinde   		çalışmaya başlayan Türk müteahhitleri   1990’lı yıllarda Ortadoğu ve Kuzey   		Afrika ülkelerinde yaşanan ekonomik   sıkıntılar ve politik belirsizlikler   		nedeniyle ağırlıklı olarak   Bağımsız Devletler Topluluğu ile Doğu Avrupa   		ve Asya ülkelerine yönelmişler, bu kapsamda Rusya   Federasyonu, Ukrayna,   		Kafkaslar, Orta Asya Cumhuriyetleri, Almanya, Pakistan ve   Uzakdoğu’da   		önemli projeler üstlenmişlerdir.  
  
               Yukarıdaki değerlendirmeler, “Avrupa”   odaklı yapılmış olmakla beraber Avustralya   		kıtasındaki gelişim süreci Avrupa   örneğiyle hemen hemen örtüşmektedir.   		Kuzey Amerika’da ise sürecin gelişimi biraz daha   farklı olmakla birlikte,   		bugün itibariyle genel ticari kompozisyon ile örgütlenme   biçimleri tüm   		dünyadaki Türk işadamları açısından   önemli benzerlikler göstermektedir.   		Yurt dışındaki   işadamlarımızdan bahsederken sıklıkla   kullandığımız   		“öncüler” ifadesinin, Avrupa’ya, Amerika’ya,   Avustralya’ya, Kuzey   		Afrika’ya, 90’dan önceki tanımlamasıyla   başta Sovyetler Birliği olmak   		üzere Doğu Bloku ülkelerine kararlılık ve   cesaretle giderek, onlarca   		ülkede sabır ve inatla bugünlere gelen, ikinci, hatta   üçüncü nesilleri   		yetiştirerek piyasalarda tutunan tüm   insanlarımızı kapsadığını burada   		açık yüreklilikle ve samimiyetle vurgulamak   istemekteyiz. 
  
               Özetlemeye çalıştığımız   tarihsel gelişim akışı sonucunda ulaşılan   		noktada, tüm ülkeler için geçerli bir şablon   anlamında olmamakla   		birlikte, yurtdışındaki   işadamlarımızın faaliyet alanları itibariyle   		kompozisyonlarını “Yurtdışındaki   Türk Girişimciler” başlığı altında   		aşağıdaki gibi özetlemek   mümkündür. 
  
                 Yurtdışındaki Türk Girişimciler
  
                 I – Ticaret Sektörü
Perakendeciler
İthalatçı/Toptancılar
İthalatçı/Toptancı/Perakendeciler
İthalatçı/Perakendeciler
Üreticiler
Zincir mağazalar
İnşaat ve yapı sektörü
Çeşitli sektörlerde irtibat ofisleri; bürolar
Diğerleri (Marangozhaneler; Camcılar v.b.)
II – Hizmet Sektörü
Turizm firmaları
Gastronomi
Danışmanlık firmaları
Serbest muhasebeciler
Ticari temsilciler; komisyoncular
Diğerleri (Temizlik firmaları, boya-badana hizmetleri, inşaat renovasyon hizmetleri, taksi işletmeleri, oto tamirhaneleri v.b.)
III – Finans Sektörü
Bankacılık faaliyetleri (Bulunulan ülke mevzuatına göre, Anonim Şirket şeklinde kurulmuş, sermayesinin hemen hemen tamamı Türkiye’den transfer edilmiş bankalar)
Banka Şubeleri (Merkezi Türkiye’de olan bankaların yurtdışındaki şubeleri)
Banka Temsilcilikleri (Yalnızca havale işlemleri)
Finansman   teminine   		aracılık eden firmalar  
               
               Bu listeye, kendileri herhangi bir şekilde iş   kurmamış ve bizzat firma   		sahibi olmamışlarsa da; bulundukları   ülkelerdeki büyük firmalarda   		profesyonel olarak çalışan binlerce Türkün de   eklenmesi gerekmektedir.   		Bu grup içine giren ve çok etkili başarı   hikayeleri olan Türklerin   		sayısı her geçen gün artmaktadır.   Özellikle, yurtdışındaki “ikinci” ve   		“üçüncü” nesillerin devreye girmiş olması ve   Türkiye’deki yüksek   		eğitimin yabancı dile önem veren ve   yurtdışına açılma vizyonunu da   		içeren boyutu, dünyanın dört köşesinde Türk   profesyonellerin   		başarılarının önünü açmaktadır.      
  
               Bugün gelinen noktada, yurtdışındaki Türk   işadamları dernekleri   		bağlamında, özellikle 90’lı yıllarda   yaşanan dernek enflasyonunun sona   		ermiş olmasından ve sistemin rasyoneline   oturduğundan bahsedilebilir.   		İşadamlarımızın   yurtdışındaki örgütlenme ve bu suretle, bulunulan ülkede   		etkin söz sahibi olma yönündeki gayretleri çeşitli   dönemlerde şüphesiz   		ki, Türkiye’deki ilgili kurum ve kuruluşlarca da   ciddi ölçülerde   		desteklenmiştir. Bu desteklerin bir bölümü   kalıcı ve etkili olamamışsa   		da, özellikle 90’lı yılların ikinci   yarısında başlatılan,   		Cumhurbaşkanlarımızın ve   Başbakanlarımızın himayelerinde düzenlenen   		“Dünya Türk İşadamları Kurultayları”,   dayanışma ve işadamlarımız   		arasında dünya ölçeğinde iletişim tesisi   açısından hayati önemi haiz bir   		kurumsal düzenleme olmuştur. Bu suretle,   yurtdışındaki işadamlarımızın,   		Türkiye’deki işadamlarıyla “işbirliği   ve güçbirliği” boyutunda aynı çatı   		altında bir araya gelmeleri sağlanmış;   Türk işadamlarının örgütlenmesi   		doğrultusunda tarihsel bir adım daha   atılmıştır. 
  
               “Yurtdışındaki İşadamları”   olgusunun önemi paralelinde, Dış Ticaret   		Müsteşarlığı İhracat Genel   Müdürlüğü bünyesinde “Yurtdışındaki Türk   		İşadamları” adıyla 1997   yılında bir Şube Müdürlüğü oluşturulmuştur.   Aynı   		şekilde 2000’li yılların başında   da KOSGEB İdaresi Başkanlığı nezdinde   		benzer bir birim kurularak, hizmet vermeye   başlamıştır.  
               1994’den 2001 yılına kadar geçen 7 sene   zarfında, iç ve dış ekonomik   		krizlere bağlı olarak yaşanan tüm   darboğazlara rağmen, ülkemizin   		ihracatta önemli mesafeler aldığı,   alternatif piyasalara ve ürünlere   		yönelebilme kabiliyetini kazandığı,   ihracatçı firmalarımızda   		kurumsallaşma adına kayda değer bir alt   yapı oluştuğu, toplumda   		“ihracatçı ülke” olma bilincinin ve ihracata mecbur   olma kavramının   		giderek olgunlaştığı gibi gerçeklerle,   yurtdışındaki “Türk girişimciler”   		potansiyelinin kombine edilerek, “Ülke içindeki   -Yurtdışındaki   		işadamlarımız” birlikteliğinin yeni   somut oluşumlarla daha etkin hale   		getirilmesinin gerektiği bir döneme gelmiş   bulunduğumuz yöndeki   		kanaatimizi ifade etmek istemekteyiz. 2001’den sonraki   dönemde yaşanan   		ekonomik istikrar ortamı ve bugün gelinen noktada,   dünya ölçeğinde güçlü   		bir “coğrafi ve sektörel yaygınlık” ve   giderek gelişen “kendine güven”   		duygu oluşturmuştur.   Yurtiçi-yurtdışı birlikteliğinin daha canlı ve   		sonuç alıcı hale getirilmesi,   yurtdışındaki işadamlarımızın   Türkiye’ye   		daha fazla yönelmelerini, dolayısıyla ekonomik   yaşamımızın ve   		ihracatımızın bu anlamda hareketlilik   kazanması ve her şeyden önemlisi,   		yurtdışındaki   işadamlarımızın, neticede, bulundukları ülkenin   Türkiye   		ile olan ticaretinden daha fazla pay alır hale   gelmesi sonucunu   		doğuracak, örgütsel ticari faaliyetler de o ülkeler   nezdinde daha etkili   		olacaktır.  
  
          Bu görüşleri ifade ederken,   yurtdışındaki işadamlarımızın ticari   		ilişkiler itibariyle yalnızca Türkiye’ye   yönelmeleri gibi dar bir   		görüşün savunucusu   olmadığımızı hemen belirtiyor ve ekonomik   faaliyetler   		ile ticarette “karlılığın” temel   faktör konumunda bulunduğunu   		bildiğimizi; ülkemizin, başta ekonomik ve siyasi   istikrar olmak üzere,   		kamu kurumlarının, mesleki örgütlerin ve sivil   toplum kuruluşlarının   		ekonomik faaliyetlere gösterdiği ilgi, kalite ve   kantite açısından   		giderek gelişen üretim yelpazesi, sektörel derinlik   ve sağlamlık, çağdaş   		yöntemlerle uygulanan devlet destekleri, güçlü   taşımacılık ve lojistik   		ağıyla ve bu bağlamdaki birçok unsurla,   Türkiye’nin karlı bir tedarik ve   		verimli bir yatırım ülkesi olduğunu   vurgulama gayreti içinde   		bulunduğumuzu kaydediyoruz.  
